12 Şubat 2011 Cumartesi

Ramakrishna and His Disciples (Christopher Isherwood)

Ramakrishna 1830lu yıllarda doğmuş ve çocukluğundan itibaren sürekli Samadhi (Tanrı’yla bütünlük) halinde yaşamış Hindistanın efsanevi ermişlerinden bir tanesi. Aslında hem yaşadığı dönemde hem de daha sonra takipçileri tarafından bir Avatar, yani Tanrı’nın insan bedeni almış hallerinden biri olduğuna inanılmış. Bu kadarı da fazla diyenler bu konunun üzerinde fazla durmasalarda olur, sonuçta ister Avatar olsun ister olmasın çevresine ve kendisinden sonra gelen nesillere çok şey öğretmiş, Dünya’ya yüksek bilgelik getirmiş bir ruh olduğu kesin.

Ramakrishnanın en şaşırtıcı özelliklerinden birisi hiçbir Tanrı'ya ulaşma yöntemine hayır dememiş olması. Hayatı boyunca yetiştirilişinden gelen temel Hindu öğretilerini ve kendi taptığı Tanrıça Kali’yi terketmis olmasa da, bugün bile insanların başka öğretilere göstermekte zorlandığı hevesi ve toleransı gösterip sürekli Tanrıyı yeniden ve yeniden keşfetmiş.

Özellikle çağımızda bizlerin yani daha eğitimli, hoşgörülü ve kendini bilgili kabul eden ruhsallığa meraklı insanların çok sık yaptığı bir hataya, herşeyi n sembolik olduğuna sadece akılla algılayıp bu algısı yüzünden şüphecilikten uzaklaşamama kendi çizdiği kalıpların dışına çıkamama hatasına düşmeyen Ramakrishna bu özelliği sayesinde de birçok keyifli hikayeye malzeme olmuş. O bir yöntemi ya da bir “efsanevi” hikayeyi tamamen bir çocuk bilinciyle benimseyip, hiç bir şüphe gütmeden sonuna kadar inanması sayesinde sürekli birlik/sarhoşluk halinde yaşamış. Bu hikayelerden bir tanesine, Ramakrishnanın Rama’ya taptığı dönemde onun hizmetçisi ve en önemli müriti olduğuna inanılan maymun tanrısı Hanuman rolüne tamamen bürünüp günlerce maymun gibi davrandığı ağaçlarda uyuduğu bölüme çok güldüm. Ya da Krisna’ya tapmak Tanrının Krisna yansımasıyla bütünleşmek istediği dönemde kadın kıyafetleri giyip kuzeninin bile gerçek kimliğini tanıyamadığı Krisna sevdalısı bir kadın gibi gezindiği bütün kasabanın diline düştüğü bölümde çok keyifliydi.

Bir keresinde de bir gün tapınağı ziyarete gelen Hindistanli bir Sufi Müslüman olan Govinda Roy’un anlattıklarına çok hayret eden Ramakrishna, Müslüman gibi giyinip konuşmaya, 5 vakit namaz kılıp kendi Hindu tanrılarından uzak durmaya başlamış ve Govinda Roy’un kullandığı Sufi yöntemleriyle 3 gün içerisinde Allah’la bütünlük haline varmış.

Bence Ramakrishnanın bu özelliği gerçekten ruhsal yolda daha hızlı adımlar atmak isteyenler için bir örnek inanç biçimi. Hangi yolu benimserseniz benimseyin yola gönlünüzü verin ve tüm benliğinizi adayın çünkü tüm yollar aynı birliğe çıkar. Ayrıca 19.yüzyılda yaşamış bu ermişin hayatının 21. yüzyıldaki bizlere verdiği diğer bir derste, farkli tatlardan farklı hocalardan korkmamak belki bu kadar şüpheci olmamak gerektiğidir ama aynı zamanda “sadece aklıma yatanı hoşuma gideni yaparım” gibi bir bakış açısının da yoldaki en büyük tuzaklardan biri olduğudur. Yani demek istediğim yogayı seviyorum ama vejeteryan olamam, ya da Şeyh’ime dua ederim ama tekke’ye gidemem gibi açık büfeden yemek seçermiş gibi geleneklerin parça parça alınamayacağını bir yola baş koymaktan ancak o yolun her gereğini elinden geldiğince yerine getirmekle fayda sağlanacığını söylüyor bence Ramakrishnanın hayat hikayesi.

Bu arada kitabın yazarı da Aldous Huxley, Bertrand Russell gibi diğer ünlü entellektüellerle birlikte mistik arayışlar içersine girmiş olan ve uzun yıllar Vedanta Society üyeliği ve sanskritçeden çeviriler yapan Christopher Isherwood. Isherwood’u “A Single Man” filminin hikayesenin yazarı olarak ta tanıyabilirsiniz. Isherwood’un direk kendi gurusu ve kendi arayışını anlattığı “my Guru and his disciple da çok harika bir kitap... onun hakkında da yazmak lazım!






5 Şubat 2011 Cumartesi

Vedantic Meditation: Lighting the Flame of Awareness (Dr. David Frawley)

Yine bir David Frawley kitabıyla devam etmek istiyorum, kendisi çok üretken bir yazar olduğundan tanıtmaya değer daha birçok kitabı var. Aslında Hatha Yoga’yla daha yakından alakalı olan kitapları da var ama ben bugün yine Vedanta felsefesiyle ilgili bir kitap seçtim.

Genelde kendime en yakın hissettiğim diğer yoga kitapları gibi insanı çok mutlu edip heyecanlandıran bir kitap olduğunu söyleyemeyeceğim, çünkü Frawley bu kısa ve öz kitabında bugünkü yaşam tarzımızın sığlığını çok açık ve sivri bir dille anlatmış ki insan fazla bir avuntu bulamıyor. Yani günlük akıl oyunlarımızdan sıyrılmadan hani “aman canım 1 saat yoga yaparım 1 saat televizyon seyreder 2 saat facebookta dolanırım bişey olmaz” gibi rahatlıklara hiç göz yummuyor. Aslında Frawley’nin bu sert tarzı gerçekten çok hoşuma gitti ve kitaptan bazı bölümleri tekrar tekrar okumama sebep oldu. Şu anda da en sevdiğim bölümden bazı alıntılar yapmak isterdim ama maalesef anneme ödünç verdim ve hala geri alamadım.

Yazarın, açık açık söylediği elimizde yalan bir hayat var, kendimiz sandığımız yalan bir varlık var ve hem kendi huylarımız alışkanlıklarımızla hem de içinde yaşadığımız tüketim toplumunun bize dayattıklarıyla biz uykudan asla uyanamıyoruz. Uykudan uyanabilmek için “ben kimim” sorusunun cevabını verebilmek ya da en azından bu soruyu gerçekten içtenlikle sormak, hissetmek ve bu bilinmezliği hiç unutmamak için hayatımızın arka planında baş köşeye yerleştirmemiz gerekiyor.
Tabii bu soruyu tüm kuvvetiyle sorabilmek ve algılayabilmek için önce zihinsel bir temizlikten geçmemiz gerekiyor. İşte bu Frawley’nin birçok kez yazılarında tekrarladığı çok önemli bir nokta, “sense perception” dediği yani duyularımızla algıladığımız şeyleri seçerken (evet tabii önce tamamen pasif bir algılayıcı olmaktan aktif bir seçici olmaya geçmek gerekiyor) ne kadar dikkatli olmamız gerektiği. Üstada göre seyretmeyi, duymayı, okumayı, koklamayı veya dokunmayı seçtiğimiz herşey bize katılıp içimizde kalıyor ve eğer özenle seçilmezlerse bizi hakikatimizden ya da iç benliğimizden uzaklaştırıyor. Algıların önce süptil (yani madde ötesi) benliklerimizde daha sonra da fiziksel bedenimizde ve tabii zihnimizde toksik etki yarattığını ve bir temizlik yapılmadan daha yüksek algı seviyelerine ulaşılamayacağını ve yoga ve meditasyonun etkilerinin hep daha zayıf kalacağını bildiriyor.
Yani basitçesi siz hiç haftada kaç kez şiddet içeren görüntüler gördüğünüzü, rahatsız edici kaba sesler, kötü kokular aldığınızı, bilgisayarların elektronik cihazların kaba titreşimlerine maruz kaldığınızı düşündünüz mü? Bedenimiz için sağlıklı yemekler seçtiğimiz gibi zihnimiz içinde sağlıklı algılar seçmeli ve daha yüksek seviyelere ulaşmak için sürekli “ben kimim” sorusunun (bunu basit bir entelektüel hobiye indirgemeden) cevabını aramalıyız. Vedantik meditasyon ancak buradan sonra başlayabilir!

Kitaptan pratik bir öneri: Nasıl oruç tutmak bedendeki toksinleri yakmaya yarıyorsa, algısal oruç ta, yani kendinizi medya ve dış dünyadan koparıp sadece iç dünyanızı seyrettiğiniz anlar, sizi algısal toksinlerden arındırır.

Kitabı ısmarlamak için Amazon linki:

Yoga A.Ş.

Bugün bir kitap tanıtımı yapmak yerine, Dünya’da yogayla ilgili neler oluyor onu anlamaya çalışacağımız bir yazı yazmak istiyorum.

Yoga kelimesi gittikçe ticarete dökülen artık milyar dolarlık bir sektör haline geldi. Yani Yoga Inc. (belki Yoga A.Ş. olarak tercüme edilebilir!) dediğimiz bu sektör bende çelişkili hisler uyandırıyor. Bir yandan reklamın iyisi kötüsü olmaz diye düşündüğüm için insanlarda yoga hakkında merak uyandıran herkesin aslında iyi bir amaca hizmet ettiğini düşünüyorum. Aynı zamanda diğer bir pozitif yön olarak, yoga yapan herkesin hem biraz daha sağlıklı hem de en önemli daha dingin ve huzurlu bir yaşam sürdürmeye başlayıp çevrelerini ve dünyayı daha huzurlu mutlu bir yer olmasına katkıda bulunabileceklerini umuyorum. Fakat bir yandan da yoganın bir ticarete dönüşmesiyle gittikçe daha pahalı, hatta bulunduğunuz şehre göre, statü belirten bir uğraş olmaya başlaması; sanki alet edevatlar en pahalı DVDler, yoga stüdyoları, Lululemon kıyafetler giyilmeden yoga yapılmazmış gibi bir hava yaratılması da sinirimi bozuyor.
Fakat hepsinden en önemlisi bu büyüyen sektörle en çok yoganın sade bir fiziksel egzersizmiş gibi yansıtılması, tüm felsefesi ve ruhsallığından (dikkat edin “dinsellik” demiyorum, çünkü her ne kadar Yoga’yı “geri kazanmak” hatta isim haklarını almak isteyen bazı Hindu grupları olsa da bence yoga hiçbir dine ait olamaz ve evrenseldir) arındırılmış olarak insanlara satılması oldukça rahatsız edici. Yoga, sadece fiziksel egzersizlerden yani asanalardan oluşmaz. Arkasında oldukça derin, binlerce yıllık bir felsefe, bir olan biteni ya da Gerçek’i ve kendini anlamayı sağlayan ermişler tarafından anlatılmış bir öğreti barındırır. Yoga gerçekten "anlatılmaz yaşanır" çünkü (bu da benim ancak “aklımla” anladığım kadarıyla) kelimelere sığmayan bir idrak halinden geçer. Bedenle yapılan asanaların esas amacı da işte bu idrak haline ulaşmak için kullanılacak zihin çalışmalarına, konsantrasyon ve meditasyona bedeni hazırlamak içindir. Çünkü sağlıklı, zinde nefes gücü yükseltilmiş dolayısıyla dengesi sağlanmış bir beden bizi aydınlanmaya ulaştıracak araçtır.
Bilmiyorum sizler ne düşünüyorsunuz? Mesela geçen gün New York Times’da ünü gittikçe artan bir yoga hocası, Tara Stiles hakkında bir yazı çıktı.( Buradan okuyabilirsiniz ) Stiles, yogayı tüm mistizminden ayırmak “herkes”in anlayabileceği basit ve etkin bir bedensel disiplin haline getirmek istediğinden bahsediyordu. Kendisiyle de oldukça gurur duyuyor, içinde mantralar, mumlar, tütsülerle ders anlatan hocalardan insanlar bıktığını yada çoğunluğun bu nedenle yabancılık çektiğini düşünüyordu. Yoga yapan insanların çoğu güzelleşme esnekleşme ya da kolayca rahatlama peşindeler bence. Bu tarz hocalarda bu cahilliği körüklüyor ve binlerce yıllık bir geleneği tanınmaz hale getirmeye çalışıyorlar.